Kocaeli Üniversitesi
basın ve halkla ilişkiler
iletişim
bilgi edinme birimi
fotoğraf
grafik/tasarım
halkla ilişkiler ve tanıtım
E-GAZETE
Haber Merkezi
Prof. Dr. Utkan: "Kanser Tedavi Edilebilir Bir Hastalıktır"
Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zafer Utkan ile Kanser, Çeşitleri, Tedavi Yöntemlerini konuştuk.

Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zafer Utkan ile kanserin oluşum süreci, korunma yolları, çeşitleri, kanser ile mücadele üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.


Zafer Hocam, ilk olarak kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
1976-1982 yılları arasında Hacettepe Tıp Fakültesi'nde, son senemi ise Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde okudum ve buradan mezun oldum. 1983-1985 yılları arasında Ordu Aybastı ilçesinde mecburi hizmet görevimi yaptım. 1985-1995 yılları arasında Sivas Cumhuriyet Üniversitesi'nde asistan, yardımcı doçent ve doçent oldum. 1995 yılından itibaren de Kocaeli üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi ABD'nda görev yapmaktayım. Halen ABD başkanlığı ve dekanlık görevini yürütmekteyim.

Kanser nedir? Nasıl oluşur?
Kanser, herhangi bir vücut organına ait hücrelerin kontrolsüz biçimde çoğalması ve oluşturduğu modüler yapının çeşitli sebeplerle hayatı tehdit eder bir durum alması olarak tanımlanabilir. Nasıl bir yerimizin kırılması, kesilmesi, zedelenmesi halinde hızlıca iyileşmesi ve bu iyileşme sürecinin tamamlanması sonucunda hücrelerin çoğalmasının durması söz konusuysa, kanserde bu kontrolün sağlanamadığı, hücrelerin bölünmeye devam ederek, vücudumuzda olmaması gereken bozukluklara yol açan kitleler ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.

Kanserden korunma yolları nelerdir?
Şu anda bildiğimiz 200'ün üzerinde kanser türü söz konusu. Bunların hepsinden korunabilmek gibi bir durum pratik olarak çok mümkün değildir. Fakat en sık görülen kanserler göz önüne alındığı zaman, bazı kanserlerden korunma şansımızın olabildiği ortaya çıkmaktadır. Biz buna birincil koruma diyoruz. Buna da en iyi örnek olarak 'sigara içme akciğer kanseri olma' sloganını söyleyebiliriz. Sağlık Bakanlığı'nın bu konuda 4-5 yıldır titizlikle yürüttüğü çalışmalar sonucunda sigara kullanımında bir düşüş ve buna bağlı olarak da akciğer kanseri görülme ihtimalinde bir azalma söz konusu olabilmektedir.

Fakat insanların yaşam şartları, beslenmeleri gibi bir takım faktörlerin de kanser oluşma riskini arttıracağını söylemek mümkün. Bunlara örnek olarak alkol kullanımı, yağlı gıdalarla beslenilmesi, kilo fazlalığını verebiliriz. Bu örnekler yaşam şartlarının değiştirilebilir kısmı olduğu için bunlardan uzaklaşılması halinde karşılaşılabilecek kanser oranının azalması söz konusu olabilir. Örneğin en çok görülen kanser tiplerinden deri kanserinin, güneş ışınlarına maruz kalma sonucu ortaya çıktığını hesap ettiğimizde, güneş ışınlarının yoğun olduğu saatlerde özellikle yüzümüz, boynumuz gibi alanların bu ışınlara maruz kalması durumunda deri kanseri olma ihtimalinin artabileceğini söyleyebiliriz.

Bu sebeple bütün bu önlemler korunma yolları olarak adlandırılabilir ancak ne yaparsak yapalım ortaya çıkabilecek kanserler de vardır. Meme kanseri, rahim ağzı kanseri gibi kanser türlerini bunlar arasında sayabiliriz. Korunmamızın çok mümkün olmadığı bu tip kanserlerde ise en erken periyotta fark edilmesi amaçlanmalıdır. Buna da ikincil koruma diyoruz. Böyle bir problemin ortaya çıkmadan, örneğin meme kanserinin erken teşhis edebilmesi için düzenli muayenelerinin, radyolojik incelemelerin yapılarak takip edilmesi, ya da rahim ağzı kanserine dönüş olabilecek bir takım bulguların çok erken saptanmasını sağlayacak 'Smear' testlerinin yapılmasının da bir çeşit korunma yöntemi olduğunu söylemek mümkün. Çünkü bunlar çok erken yakalandığında kanserli olan alanların uygun tedavileri yapılabilmektedir.


Kanser tedavisinde Türkiye'de ve dünyada gelinen son nokta nedir?
Teorik olarak bilgi paylaşımının çok hızlı olması nedeniyle her türlü kanser tedavisinin ülkemizde yapılabildiğini söylemek mümkündür. Ancak bazı türlerdeki kanser tedavilerinin uzun süreli olması ve geliştirilen ilaçların çok pahalı olması nedeniyle ülkemizde bulunamaması veya ulaşılmasındaki güçlükler söz konusu olabilmektedir. Yoksa hemen hemen her türlü kanser tedavisi stratejik olarak dünyada olduğu gibi ülkemizde de planlanmakta ve yapılabilmektedir.

Kanser tedavisinde gelecekten beklentiler nelerdir?
Kanserin tedavisinde en önemli etken erken tanıdır. Gelecekte kanseri daha erken teşhis etmek mümkün olabilir. Bununla birlikte yapılacak işlemler daha minimal, daha ekonomik olacak, organ kaybının daha az olduğu bir durum yaratılacaktır. Örneğin bir meme kanseri için bunu söylememiz gerektiğinde memenin belki tamamının alınması değil sadece tümöral kitlenin alınması söz konusu olabilir. Bugün her ne kadar bu uygulamayı yapabiliyor olsak da gelecekte daha yaygın olarak yapılması söz konusu olacaktır.


Kanser tedavisinde kök hücre faktörü. Kök hücre geleceğin tedavi yöntemi midir?
Bugün kök hücre uygulamaları henüz laboratuvar boyutlarında olmaktadır. Kanser dokularından alınmış kanser hücrelerini laboratuvar şartlarında değerlendirebiliyoruz. Laboratuvar şartlarında üretilen kanser dokuları üzerinde yapılan çalışmalarda olumlu gelişmeler kaydediliyor. Fakat şu anda bilgilerimiz, yalnız laboratuvar ve deneysel olarak sınırlı kalmaktadır. Dolayısıyla canlılarda ya da insanlarda bu tip tedaviler yaygın şekilde yapılmıyor. Ama gelecekte belki de şimdi uygulanan tedavilerin hiçbirini uygulamadan, doğrudan kök hücre ile kanseri ortadan kaldırabilecek tedavi şekillerinin geliştirilebilmesi mümkün olacaktır.

Kanser olduğunu öğrenen hasta ne yapmalı? Kanserle nasıl mücadele etmeli?
Hasta, kanser olduğunu ilk öğrendiği anda şüphesiz psikolojik olarak bir sıkıntı yaşamaktadır. Kanser ile mücadeleyi sadece bireysel olarak değil yakınlarını da ilgilendiren bir durum olarak ele almakta fayda var. O yüzden hastayla karşılaştığımda söylediğim en önemli söz, bunu hep birlikte halledeceğiz sözüdür. Bu büyük bir güvencedir. Çünkü hasta hem hekim olarak bizlerin hem çevresindeki insanların gözlerinin içine bakmakta ve onların mimikleriyle, hareketleriyle ya da içine düştükleri kaygılarıyla bunu kendisine
yansıtmaktadır. Duygularında inişler çıkışlar olmaktadır. Zaman zaman öfkelenmeler, reddetmeler, tedavi ile ilgili geçimsizlikler, gecikmelere yol açan tedavi reddi durumları olabilmektedir.

Bununla birlikte sormamız gereken de bir soru var. Acaba hastaya kanser olduğu hemen söylenmeli midir? Bizim gibi toplumlarda hastanın sosyal statüsü, eğitim durumu gibi etkenler göz önüne alındığında her hastaya ille de ilk ağızdan kansersin denmesinin çok da doğru olmadığını düşünüyorum. Hastanın, daha sonraki yaklaşımlarını geciktirmesine, kendine zarar verici bir takım işlemlere girmesine yol açabilir. Hastanın ilk karşılaştığı hekime olan güveni, hep o hekimden bazı şeyleri duymasını bekler hale getirebilir. Ama hastanın durumuna göre bazen bunun bir ekip halinde ya da bu işle ilgilenen psikiyatrist tarafından söylenmesini de gerektirebilir. Yani bu tamamen hastanın durumu ile ilgilidir. Asıl olan bütün bunları ve bundan sonra olabilecekleri çok iyi aktaran klinik hekimin olmasıdır.

Kansere yakalanan hastaların sık sık yaptığı yanlışlıklar nelerdir?
Hastaların, halk arasında söylenen alternatif tedavi yöntemlerine fazlaca yönelmesi ve onları öncelikle kullanma çabası, hastaların bize geç intikal etmesine, yapılabilecek gerçek tıbbi tedavilerde gecikmelere yol açtığı durumlar söz konusu olmaktadır. Hastayı bu konuda bilinçlendirmek gerekiyor. Bu tip alternatif tedavilerin ancak destekleyici nitelikte olduğu fakat gerçek tıbbi tedavilerden uzaklaşmadan bu işlerin yapılmasının çok daha doğru olduğu mutlaka anlatılmaya çalışılmalı. Aslında bu kullanılan ya da kullanıldığı söylenen alternatif ilaçlar ya da uygulamaların gerçek tıbbi tedavide kullanılan, örneğin kemoterapi ilaçları ile ciddi geçimsizlikleri olabileceği ve onların etkilerini de azaltabileceğini bilmek gerekir.

Sık görülen ve en tehlikeli kanser çeşitleri nelerdir?
Çok hızlı seyredebilen tıbbi ya da cerrahi tedavilere cevap verebilirliği çok az olan ya da istenilen sonuçların henüz alınamadığı kanser tipleri mevcuttur. Teknolojik gelişmeye rağmen tedavi konusunda başarı sağlanamadığı, yaşam sürelerinin ya da hasta konforunun temin edilemediği kanser türleri (pankreas, mide kanseri vs.) hala olmaya devam ediyor. Hiç şüphesiz çok uzun yıllar uygun tedavileri yapıldıktan sonra yaşayan hastalar olmakla birlikte genel olarak saydığımız bu hastalıkların cevaplarını tam olarak ya da istenilen düzeyde alamadığımızı söyleyebiliriz.

Sık görülen kanser çeşitlerine baktığımızda ise bu ülkelere göre biraz çeşitlilik gösteriyor. Ülkemizde erkek kanserleri açısından ilk sırada akciğer kanserinin, ikinci sırada prostat kanserinin, üçüncü sırada da kalın bağırsak ve rektum kanserlerinin yer aldığı söylenebilir. Kadın kanserleri açısından da bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de ilk sırada meme kanserinin yer aldığını görmekteyiz. Ülkemizde ikinci sırada troit kanserinin, üçüncü sırada da yine erkeklerde olduğu gibi kalın bağırsak ve rektum kanserlerinin yer aldığının söyleyebiliriz.

Kanser, Türkiye'de en sık ölüm sebebi olan hastalıklar grubundandır. Meme kanseri ülkemizde tüm kadın kanserleri içerisinde %30 oranında gözükmektedir. Yani kanser hastası her 3-4 kadından 1 tanesi meme kanseridir. Bu önemli bir bulgudur. Dolayısıyla bir dış organ olan memede herhangi bir bozukluğun-kitlenin, meme başı akıntısının ele gelmesi gibi bir durumun olmasından çok önce tespit edilmesi en büyük arzumuzdur. O nedenle dünyada yıllar önce başlayan ama Türkiye'de 2005'li yıllardan sonra gündeme gelen tarama yöntemleri, meme kanserini tespit etmede büyük öneme sahiptir.

Ülkemizde kurulan Kanser Erken Teşhis ve Tarama Merkezleri (KETEM) belli yaş grubundaki insanları düzenli olarak davet edip tarama yapmaktadır. Kişinin herhangi bir sorun olduğunu düşünmemesine rağmen, bu tip taramalarda ortaya çıkabilecek şüpheli alanlar paylaşılarak, gerekirse biyopsilerinin yapılması suretiyle meme kanserinin çok erken safhalarda teşhisi ihtimalini sağlamaktadır. KETEM'in ayrıca rahim ağzı kanseri ve son zamanlarda kolon ve rektum kanserlerinin (en çok ölüme yol açan kanserlerin) araştırılmasını ve erken tanısını sağlayan çalışmaları söz konusudur.

Meme kanseri tanısı ve tedavisi nasıl olur?
Meme kanserinin tanısı için 3 yöntem vardır. Bunlardan ilki kadının kendi memesini çok iyi tanıması ve kendi kendini muayene etmesidir. İkinci yöntem belli aralıklarla mutlaka hekim muayenesi yapılmalıdır. 40'lı yaşlardan itibaren her iki muayene yöntemi dışında da radyolojik incelemeyle, bugünkü bildiğimiz ve ulaşabildiğimiz en iyi değerlendirme yöntemi olan mamografi çektirilmesi gerekiyor. Meme kanseri tanısı, örneğin ele gelmesi halinde ya da hastanın bize birkaç haftadan beri vardır şeklinde söylediği kitlenin, aslında yapılan taramalar sonucunda 1 seneden beri gözükebildiğini, dolayısıyla ele gelmiş bir tümöral kitlenin çok da yeni olmadığı durumlar ile karşılaşabiliyoruz. Bu nedenle mamografi incelemenin periyodik olarak bilgilerimiz ışığında Türkiye Meme Hastalıklar Federasyonu'nun konsensus toplantısı neticesinde aldığı kararlar gereği 40 yaşından itibaren her kadın için her yıl yapılmasını öneriyoruz.

Kanserdeki tümöral kitlenin büyüklüğü, onun yayıldığı koltuk altı bezelerin durumu ya da başka organlara kanser hücrelerinin yayılıp yayılmadığına göre kanser tedavisini şekillendirmek mümkün. Evre 1 ve 2 hastalığı olan kadınlarda cerrahi tedavi ön plana çıkmaktadır. Çıkan patolojik değerlendirmelere göre ameliyattan önce veya sonra kemoterapi ya da radyoterapi uygulamalarıyla bugün çok disiplinli bir yaklaşımla tedavileri yapılabilmektedir.

Meme kanserinden korunma yolları var mıdır?
Meme kanserinden korunabileceğimiz hiçbir yöntem yoktur. Elbette taze sebze-meyve ile beslenmek, alkolden uzak durmak, kilo almamak gibi bir takım genel sağlımızı da ilgilendiren uygulamaların yapılması tavsiye edilir. Fakat bütün mesele memede tümöral bir kitlenin çıkması durumunda, tedavisinin mümkün kılınan evrede yakalanmasını sağlamaktır. Bu da ele gelmeyen kitlelerin fark edilebilmesi için çekilebilecek radyografi incelemelerle konabilir.

Erkekler de meme kanseri olabilir mi?
Erkeklerde gelişmemiş olsa da meme dokusu vardır. Kadınlarda görülme ihtimali 100 kat daha fazla olsa da erkeklerde de meme kanseri görülebilir. Üniversitemizde takip ettiğimiz buna benzer 4-5 erkek hastamız var. Kritik olan, erkeklerde meme dokusu veya çevresinde gelişebilecek olan kitlesel lezyonun çok da dikkat çekici olmamasıdır. Çoğu zaman geç dönemde erkeklerin hekime başvurması, hastalığın ilerlemiş olmasına ve tedavisinde güçlüklere yol açmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde ABD'de 8 yaşındaki bir kız çocuğuna meme kanseri teşhisi koyuldu. Bu kadar küçük yaşta bu hastalığın görülmesi normal bir olay mı? Bunun sebebi ne olabilir?
Şüphesiz bu normal bir olay değil. Meme kanserinin en önemli sebebi östrojen hormonunun varlığıdır. Erken adet görme, adetten geç kesilme gibi durumlarda, östrojen hormonu ile meme dokusunun çok erken ya da çok geç döneme kadar muhatap olmasına yol açar. Bu da meme dokusu üzerinde olumsuz etki yapıyor. Dolayısıyla böyle genç bir yaşta meme kanserinin görülmesinin buna bağlı olduğunu düşünebiliriz.

Günümüzde kız çocukları erken adet görmeye başladı. Bu durumun hormonlu gıdalardan mı kaynaklandığı yönünde bir şüphe var. Bu araştırılıyor. Beslenme alışkanlıklarımızın (fastfood gibi) değiştirilmesi yönünde bir takım uyarılar var. Bazı gıda maddelerinin artan nüfus ile birlikte üretimini arttırabilmek gayesiyle suni olarak çoğaltılan yöntemlerin olumsuzlukları olabilir.

Günümüzde kanser hastalığında bir artış var gibi görünmektedir. Bunun sebebi nedir?
Doğal seyrine baktığımızda 30'lu 40'lı yaşlarda örneğin meme kanseri 250 kadında 1 kişideyse yaş ilerledikçe bu ihtimal artıyor. 70-80 yaşındaki her 8-10 kadından 1'inde meme kanseri görülebiliyor. Günümüzde sağlık hizmetlerine ulaşabilme, kullanılan ilaçlar, teknolojik imkanlar nedeniyle artık daha yaşlı bir nüfusa sahip olmaya başladık. Bunun neticesinde de kanserlerle karşılaşma ihtimalimiz artıyor. Kanserin yaşla doğru orantılı olduğunu söyleyebiliriz. Aslında kanser artışını genel olarak 3 sebebe bağlayabiliriz. Bunlardan ilki nüfusun giderek yaşlanması, geçmiş dönemlerde 50-55 yaşlı nüfus sayılırken, bugün bu 70-75 seviyesine çıkmış durumda. Bir diğer risk tütün alışkanlığı. Son olarak da obezite-şişmanlığı sayabiliriz. Bu 3 sebepten ikisini (tütün, obezite) engelleme şansımız var. Bu engellenebildiğinde kişinin hem yaşam konforu artacak hem de sağlık problemleri görülme ihtimalini de düşürecektir. Türkiye'de kadınların %30'unun, erkeklerin de %15 ila %20'sinin obez olduğunu yani kitle indeksinin 30 ve üzerinde olduğunu düşünürsek, kilo fazlalığı engellenebildiğinde, hem konfor da hem de sağlıkta düzelmeler olabileceği söylenebilir.

Bunun yanı sıra kanser kayıt yapma zorunluluğu olan bir hastalıktır. Ancak ülkemizde uzun zamandır kanserli hastaların kaydı yapılmadığı ya da kanserli hasta teşhis edildiği halde kayıtlara geçmediği için ölüm sebeplerinde kanserden ölüm pek gözükmüyor. Böyle olunca da istatistiksel olarak kanserli hastamız daha az gibi düşünüyoruz. Ülkemizde 2000'li yılların başından itibaren özellikle İzmir, Malatya gibi bazı illerimizde başlayan aktif kayıt sistemleri ile bütün kanser kayıtlarının toplanmaya başladığını görüyoruz. Bu kayıtlar neticesinde Türkiye'de kanser artışının %60'lar civarında olduğunu söyleyebiliriz. Bu artışın kanser artışından mı yoksa kayıt sisteminin işlemeye başlamasından mı olduğunu yıllar sonra anlayabileceğiz.

Hocam, son olarak kanser ile mücadele ile ilgili olarak neler söylemek istersiniz?
Kanser önemli ama tedavi edilebilir bir hastalıktır. Bunun hekimlerce hastaya yansıtılması gerekiyor. Karşıdaki insanın tedaviyi reddetmemesi, o tedavilere uyması, başka alternatif yollara yönelmemesini sağlamak hekimin görevi. Bugün dünyada olduğu gibi ülkemizde de her türlü kanseri tedavi edebilecek hem yetenekli klinisyenler var hem de teknik imkanlar söz konusu. Bunun hastaya yansıtılması, düzenli ve periyodik takiplerin yapılması halinde tedavinin mümkün olabileceğini hissettirmek gerekiyor. Hekime inancını, hastanelere olan güvenini sarsmadan ve onun kolaylıkla bu tedaviye gelmesini sağlayacak yöntemleri hekimlerimizin geliştirmesi ve sert davranmadan, hasta-hekim ilişkilerini çok iyi kullanarak hastanın tedavisinin tam olarak yapılması gerekiyor.

Kanser mutlaka anlatılmalı. Kanserden korunma yöntemleri, erken teşhisi sağlayacak yöntemler izah edilmeli. Kanserin bir son olmadığı, tedavi edilebilir olduğu, kanserin kaderimiz olmadığı ile ilgili eğitimler yapılabilir. Sadece hasta için değil hasta yakınlarını da bu konuda eğitmek gerekiyor. Çünkü onların hastaya olan desteği büyük önem arz ediyor. Özellikle hastanın direncinin bozulmasına yol açacak fiziki ya da psikolojik etkilerinin olmamasını sağlamamız gerekiyor.

Kocaeli Üniversitesi olarak bu tür eğitimleri periyodik olarak yerel yönetimlerin de desteği ile yapıyoruz. En son Büyükşehir Belediyesi Sağlık ve Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı ile Kent Konseyi'nin işbirliğinde, Kandıra Belediyesi'nin de destek verdiği bir etkinlikte Kandıra Turan Güneş Kültür Merkezi'nde 600'den fazla hasta ve hasta yakının olduğu bir ortamda sunum yaptık. Burada farkındalık yaratan erken tanının önemi üzerinde durduk, hasta ve hasta yakınlarını bilgilendirdik.

Kanser tedavisi pahalı bir tedavi, insanları önleyici tedbirlere yönelterek kanserin daha erken teşhis edilmesini sağlayabiliriz. Böylece kanseri, daha küçük işlemlerle ya da tıbbi tedavilerle ortadan kaldırmak hem bireysel ekonomi hem de ülkemiz ekonomisi açısından faydalı olacaktır.